23 Ağustos 2007 Perşembe

Yolda olmak , yolcu olmak çok heyecanlı…

Arkeoloji buluşması için geçen salı başlanan “hoş geldiniz” ziyaretlerine cuma (10.8.2007) günü devam ettik. Bugünkü yolculukta Levent Bey ve Şahabettin Hoca yoktu ama ekipte Hasan Turanlı yerini almıştı. Mimar Ali Bey’in aracı ile yola çıktık. Tabi ki araç kiminse direksiyon ondaydı. Bu yolculuk süresince de tabi ki sohbet arkeoloji ile başladı ama Şahabettin Bey’in yerini Hasan alınca doğa ve çevre sorunları es geçilmese de günlük yaşamın kendisi sohbetin merkezine oturdu. Bu yılki buluşmanın teması seçimdi ve yeni seçimden geçmiş bir Türkiye’de yaşıyorduk. Hasan araçta olunca tüm birikimini ve verileri objektif bir yaklaşım ile önümüze serdi. Bu arada ilk kazı alanına ulaşmıştık, Troia. Kapıda Rüstem Arslan karşıladı tüm içtenliği ile , bir kaç adım attığımızda hepimizin sessizliğinde gözlerimiz birini arar gibi idi. Henüz dudaklarımızın arasından ismi çıkmasa da aranan kişi belliydi, Osman Hoca. Troia’lı Manferd Osman Kofman,

Tanrılar gizlemek istedi toprak altında sırlarını
rüzgar örtmek istedi yer tanrısı ile ortak olup tüm öyküyü
ve hiç beklenmedik anda Akha ruhlu bir çapkın
harmanlayıp toprağı gizemin kapısını araladı
unutup bu toprağın gerçeğini yeni öyküler yazdı.

Ve bir gün beyaz hasır şapkalı bir yiğit çıka geldi,
Hektor ile el sıkışıp Troia’ya vatandaş oldu,
görünmeden İda da oturanlara.
Zerre zerre araladı toprağı,
sesiz,
sakin,
sabırla…..
topakta saklı tüm öyküleri okuyarak,
çıkardıkça açığa bu toprak altında gizlenmiş sırları,
telaşlandı tahta atlı işgalci Akhaların ruhları
ve örtmek için ayıplarını,
toprakta gizlenmiş tüm mızraklarını ve yaylarını
yeni yüzyılın Akhalarına kuşandırıp kustular öfkelerini…

Toprak ana Anadolu,
üzerinde sevgi ile gezen elerin sahibi Troia’lının yanında aldı yer,
salıverdi bağrından bir kaç harf yazılı mührünü
Troia’lı yiğide kalkan oldu toprak ananın sunduğu.
Tüm taaruzları başı dik karşıladı eğilmeden
her yiğit Troia’lı gibi…
Gönlü sevgi dolu, başı dikti tüm yaşamı
tekrar buluşmak üzere ayrılırken
bu topraklarda yeni kahramanlar ile buluşmaktı umudu.

Hocam biliyoruz ki her gün rutin beşte kazı alanına geliyor ve sonuna kadar izliyorsunuz yapılanları.
Yeni kazı başkanı Prof. Dr. Pernıcka karşıladı az sonra bizleri sevecen bakışlar ile heyecanlı. Zordu işi, bir efsanenin ardından. O’nun kaldığı yerden devam etmek. Davetimizi memnunluk ile karşıladı, Troia Müzesi dedi ayrılmak üzere iken Osman hocanın en büyük hayali, belki de vasiyeti Troia Müzesi. Yeni kabine kurulacak bu günlerde, hepimizin umudu Troia Müzesi’ne çözüm üretmeleri, Hasan’ın deyimi ile Hoca en az beş bakan eskitmiş ve hepsinden söz almıştı… Yeni bakan söz mü verecek yoksa düşü gerçek mi kılacak? İzin istedik ayrıldık, uğranacak yer çok dedik.
Tarlaların arasında bir grup, güneşe düşmeden yol almak için var gücü ile çalışırken merhaba dedik. Aleksandria Troas Kazı çalışanları idi selamlaştıklarımız, hocaları Prof Dr. Scwertheım kısa bir iş için alandan ayrılmıştı, asistanları kazı alanına buyur etti bizi. Anlatırken bu yıl yaptıklarını çok heyecanlıydılar, bu sene buluşmada anlatacak çok şeyleri var gibi değerlendirdik biz bu kısa sohbeti, yol uzun dedik ayrıldık kolay gelsin dileklerimiz ile, Hocalarına saygı ve selamlarımızı bırakarak. Yol gerçekten çok uzundu, uzundu ya. Yolda önce bir sincaba rastladık, bir süre yol boyu koşturdu bizimle, bir şey mi söylemek istiyordu… anlamadık. Birazdan bir kirpi yolumuzu kesti, hiç acelesi de yoktu biz insanlar gibi, sakin sakin karşıdan karşıya geçme çabası içinde. Hayra yorduk, anlam çıkarmak için gayret göstermedik. İki leylek direk üstüne kondurdukları yuvalarından bizi mi selamladılar, bilinmez. Başlarını sallayarak bakıyorlardı yalnız bize. “Bu yıl seyahatimiz çok olurdu havada görseydik leylekleri” dedim ama uçmuyorlardı. Hasan ekledi “bir yere gitmek ya da varmak değil ama yolda olmak , yolcu olmak çok heyecanlandırıyor beni”. Yolcu olmak ve de yolda olmak bugün gerçekten ne de farklıydı. Hasanın sözü ile düşündüm bir an yıllar yıllar öncesini, bir seyyah ya da tüccar bugün bizim başladığımız noktadan Abidos’tan ( Esenler mahallesinden) başlayıp bu yolu kaç günde tamamlardı. Bu yolda karşılaştığımız sincabın ya da kirpinin kaç göbek öncesi ile selamlaşıp dertleşirdi. Başka kimlere rastlardı yolda, kaç vahşi hayvan pususunu sezerdi metreler öncesinden.
Derken yeni bir yerleşke içine girdi ve Apollon Smintheion Kazı Evi yazılı tabela önünde durdu aracımız. İçeri buyur ettiler. Coşkun Hoca karşıladı tüm sevecenliği ile, kucaklaştı, uzun süredir görmediği dostları görmenin mutluluğundan söz ederek onurlandırdı ekibimizi. Bir duayenin dostluğu özeldi hepimiz için, kazı alanı unutuldu bir anda. Zaten güneşte yükselmişti ya tepeye, biz ancak inebilmişken alana kazı ekibi öğlen paydosunu vermişti bile, tüm koşturmamıza rağmen yetişemedik onlara. Ege’den söz açıldı, iki yakaya gönderilenlerden, gelenlerden konuşuldu. Gelenler, gidenler; yeni “öz yurtlarında” karşının çocukları olarak kalmıştı hep, ne alıştıkları gibi yaşayabilmiş ne de yeni yaşama bir şeyler katabilmişlerdi. Hep onlar karşı kıyının çocukları olarak kalmıştı ve iki kıyının hikayeleri, tarihi yeniden ortak olarak yazılamaz mıydı ( ? ) evrensel değerler ile, bu minvalde gelişti konuşmalarımız kahve ikramı ile. Saatte, akrep ile yelkovan ne de seviyordu bir birini sürat ile kovalamayı sohbetlerin koyulaştığı anlarda. Müsaade istedik elbet zamana yenik düşerek, tekrar selam aldık selam verdik ayrılıp kazı evinden düştük yola, Çanakkale’de buluşmak dileği ile.
Son durağımız, gün batımı görüntüleri ile ünlü Assos’a.Taş evler arasından sıyrılıp Assos kazı evine de vardığımızda beş çayına kapı komşusunu bekleyen yüzler karşıladı bizi. Selamlaştık, dostluk ile kucak dolusu ama hüzün burada da bizle birlikte idi bu gün… Bir başka büyük kaybımızı aradı gözlerimiz. Ümit hocayı ararken, ya anfi tiyatroda ya da tapınak da beton dökerken hayal etmek hepimizin kaçamağı oldu, gerçekten kaçmak için. Ege sularına dalarken bakışlarımız Koca Çınar’ın gölgesinde hissetmek istedik kendimizi. Yokluklar içinde kazı yapmak, teknolojiyi satın alamazsa yaratıcı düşünceye de engel değildi ya yokluk O’ndan örgendik. Hava fotoğrafı için uçak kiralayamayınca, uydudan ise hizmet almak eldeki bütçe ile mümkün olmayınca, çocukluk yıllarında gökyüzünü süsleyen uçurtmalardan yapıp fotoğraf makinesini de bağlıyarak bu uçurtmaya, çektiği fotoğraflar… Hocam oradan uçurtmanın uçtuğu noktadan bizi izliyorsanız bilin ki unutmadık ve unutmayacağız sizi.
Bir çınarın bıraktığı bayrağı alan genç hocalarımızdan Nurretin Hoca, uzun soluklu, engelli bayrak koşusuna başladığının ve teslim aldığı bayrağın farkında idi. Nurrettin Hoca, aldığı bayrağı bir gün bir genç arkeologa bırakmadan önce çıkarabildiği kadar zirveye çıkarma azmi ile çalışıyordu. Bölgenin pazarı olduğundan işçiler izinli idi bugün ama O bizi kazı evinde ağırlarken bir yandan da hala planlar yapıyordu. Ziyaretçiler için gezi güzergahları, seramik atölyesinde Assos’a ait objelerden imitasyonlar üreterek kazıya gelir sağlarken Assos’u da tanıtmak isteği ilginçti. Tabi ki sponsor ihtiyacını dile getiriliyordu ama hazır balığı yemek yerine, balık tutmayı deniyordu.
Burada da zaman ne çabuk geçti bilemiyoruz, ayrılırken kazı evinden Assos ile ilgili bu yıl çok yeni öyküler dinleyeceğimizden emindik. Herkese teşekkür ederek yola koyulduğumuzda, Hasan ilginç bir anısını paylaştı bizimle, çok uzun bir geçmişten değil 80’li yılardan söz ederek, “Fransa’da tanıştığı bayan arkadaşından Assos’u öğrendiğinde bir Çanakkaleli olarak ne kadar utandığını anlattı . Assos’u şimdi hemen hemen herkes tanıyor gün batımında tapınaktan çekilmiş fotoğrafı ile ama Assos yalnız bu mu ? Arkeoloji buluşmasına mutlak uğrayın, Assos ile ilgili çok şey öğreneceksiniz bu yıl eminim.
Teşekkürler şimdiden ana kıtada kazı yapan tüm hocalarımıza. Önümüzdeki hafta birlik te Gökçeada’dayız, inanın orada da çok kahraman arkeologlar var…

Hiç yorum yok: