25 Ağustos 2007 Cumartesi

Yokluk, başarı için engel değil bu topraklarda…
V. Çanakkale-Traos Arkeoloji buluşması kapsamın da kazı alanlarına yaptığımız hoş geldiniz ziyaretlerini iki haftadır sizler ile paylaşıyoruz, bu hafta Gökçeada da Yeni Bademli höyük kazı alanındaydık. 16 Ağustos 2007 Perşembe günü iki kişi yola çıktık, genç hissederek kendimizi Mimar Ali beyin motoru ile. Önce kıtalar arası bir vapur yolculuğu ile Asya’dan Avrupa’ya geçtik. Kilitbahir köyü yamaçlarında “Dur yolcu bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin battığı yerdir” mısraları Mehmetçik sülieti ile karşı yakada boğazdan geçenleri selamlıyordu. Bir devrin battığı yer. Bir devir, bir neslin yok olması ile mi eş anlamlımıydı, yoksa başka anlamlarımı var? Bilemiyoruz, bildiğimiz bu mısralar aslında Afyon Kara Hisar için yazılmış ve Anadolu da kurtuluş ateşinin en hararetli tarihleri ile Anadolu dan sömürgeci güçlerin sökülüp atılışını ve genç Türkiye cumhuriyetinin rüştünü ispatlayarak, Osmanlı’nın sonunu ifade etmekte. Çanakkale savaşları bu ateşi yakanların bir arada emperyalizme karşı Anadolu’yu savundukları belki de, belki de değil tarihin bize bildirdiği, kesin olarak bir araya geldikleri ve Anadolu’da yaşanacak mücadelenin kahramanları ile liderinin tarih sahnesinde doğduğu yer Çanakkale.
Eceabat’ta gemiden inip Kilye’ye döndüğümüzde aklıma takıldı, iki haftadır kazı alanlarını geziyoruz. Geçmiş kültürlerin izlerini sabırla süren, bir küçük seramik parçasından yada tek bir sikkeden anlamlar çıkarmaya çalışan insanlar. Bu insanlar, eldeki imkanları ve bu çalışma temposu ile ara vermeden çalışsalar bir yüzyıl değil bir bin yıl daha kazarlar gibi geliyor toprağı. Bin yıl sonra ancak bu mesleğin toprak ile ilişkisi biter gibi geliyor insana. Toprak yerine kütüphaneler, bilgisayar ortamları arkeologların çalışma mekanları olacak öngörüsü insanın aklına takılıyor.
Tam bu arada Kilye koyundan Kabatepe sapağına dönüyoruz. O an yok diyorum kendi kendime, bu meslek Türkiye’de bitmez, yine toprağı kazarak buluntuları anlamlandırmaya çalışır arkeologlar ve bugünkülerden daha zor şartlarda üstelik. Doksan yıl öncesinin malzemeleri hurda demir fiyatına satıldığı bu ülkede, sahada kalan birkaç parça harp artığı malzemede “Ben koleksiyonerim” deyipte devletin bu işle ilgili kurumları tarafından takip edilmeyenler oldukça. Birileri tarafından kontrolsüzce toplanan ve de birçoğu tarafından “kaybolup yitmeleri yerine saklıyorum işte” mantığının “vatanı diğerlerinden ( Diğerleri kim se? ) daha çok sevdiğinin kanıtı” övüncü ile Çanakkale savaş alanlarından kilometrelerce uzakta evlerinin yada mağazalarını vitrinin de saklayarak ve bin yıl sonranın arkeologlarına bir şey bırakmayanlar. Bin yıl sonrasından söz ediyorum çünkü kısa sürede burada Arkeoloji ve Sanat tarihi disiplinleri ile çalışma yapılabileceği konusunda hiçbir ip ucu yok ( Bu alanda bu bilimlerin ne işi var diye soranlara bu disiplinin yöntemlerini yeniden karıştırmalarını öneririm ). Bin yıl sonra arkeologlar, Çanakkale savaşları coğrafyasını okurken “yazılı kaynakların savaşın Gelibolu yarımadası’nda yaşandığı ifade edilmesine rağmen” yorumu ile tüm illere yayılmış bu malzemeleri yorumlamaya çalışıp duracak. Belki bu satırları okuyan bin yıl sonrasının arkeologu “Aynalı Pazar”ı referans gösterip, arkeoloji buluşması yapan Çanakkale’li bir gurup meraklının verdiği bilgiye göre, Çanakkale savaş malzemeleri alan dışına dağılmıştır diyerek yanlış okumaların önüne geçecek. Bu nedenle Üniversite ve de Arkeoloji Enstitülerinin yetkilileri geleceğin arkeologlarını düşünerek ya Aynalı Pazarın bu sayısını envanterine almalı yada konunun ilgili tarafları bu duruma bir el atarak tüm malzemenin usulüne uygun envanterinin tutularak kayıt altına alınması sağlanmalı. Bu düşünce ile Kabatepe limanına varmıştık bile.
Gökçe adaya kalkan feribota biniyoruz. Feribot iki uzun düdük çalıyor, halatlarını iskeleden alırken Ali bey pek anlam veremiyor bu işe. Gemicilik ile ilgili bir kural olduğunu hatırlıyorum, Ali bey “kimsenin ve hiçbir geminin olmadığı yerde demi?” diyor, susuyorum. Sonradan aklıma geliyor gemide yaşam, bazı şeyler yalnız bilgi olarak kalırsa unutabiliyor insan hafızası, deniz unutmayı affetmiyor o nedenle de “gemicilikte bilgi reflekse dönüşürse başarı oluşur” mealinde bir söz anımsıyorum. Sonra sırf denizcilikte mi geçerli bu söz diyorum kendime, hemen hemen her alanda kurallar refleks halini alırsa sorunlar çözülür gibi geliyor. Kültüre yada tarihe sahip çıkma refleksi de herhalde bunlardan biri ama okunmuş ve kalıplaşmış yorumlar ile değil de, okunabilecek ve her seferinde yeniden okunabilecek değerlerin korunması ile.
Bu arada adaya varıyoruz, feribottan inip motorla yola koyuluyoruz tekrardan. Adanın merkezinden geçiyoruz , tüm kamu binaları iç içe, ne güzel diyor insan her şey avuç içi kadar mekanda. Sonra, durmadan devam ediyoruz yola. Kale köye yaklaşıyoruz, sağda solda tarlalarda çalışan insanları görüyoruz. Birçok araç geçiyor yanımızdan bir ada için oldukça çok geliyor bunca araç. Yol kenarında durup bir pansiyoncuya Yeni Bademli höyüğü soruyoruz, tarif ediyorlar. Biraz geçmişiz, geri dönüyoruz. Biraz önce tarlada çalışanlar olarak değerlendirdiğimiz grup, bizim aradığımız ekipmiş meğer. Yanlarına varıyoruz “kolay gelsin” diyoruz “hoş geldiniz” diyorlar. Aralarından yaz sıcağında eşofmanlı, yelekli Hocaları çıkıp geliyor yanımıza, güler yüzle sapasağlam görünmeye çalışarak. Özür diliyor, ilk önce bir anlam veremiyoruz özrüne, selamlaşma sohbete dönünce anlıyoruz. Bir gün önce rahatsızlanmış hoca, daha tam kendini toplayamamış ama kazı beklemez deyip, o hali ile gelmiş alana. Bir de Diş Tabibi Levent bey arayıp geleceğimizi bildirince rahatsızlığına rağmen heyecanlanmış, tüm Yalı hanı olmasa da daha kalabalık bir grup bekliyormuş misafirlerini (bizi). Rahatsızlığı nedeni ile de hazırlık yapamadığı için özür diliyormuş. Bir an ne diyeceğimizi bilemedik, geçmiş olsun demekle yetindik.
Kazı alanında pırıl pırıl gençler çalışıyordu. Tek tek tanıştırdı hepsini, ardından bakanlık temsilcisini de. Ekibine dönüp, bizi tanıtırken “Çanakkale’den gelen dostlarımız, arkadaşlar. Türkiye’de ve Dünya’da birçok yerde konferans ve toplantıya katıldım ama Çanakkale Yalı han’daki buluşma kadar hiç biri heyecanlandırmadı beni, hiçbir yerde hiçbir kazı ekibinin Çanakkale’deki gibi dostları yoktur” mealinde cümleleri ile bizi bir kez daha mahcup etti, biz ne yapabilmiştik ki onlar için.
Sonra çalıştıkları alanı tanıtmaya başladı, adanın ortasında bir liman kenti idi kazdıkları alan, yine heyecan verici bir serüven başlıyordu. Bir an dört bir yanımıza baktık, denizden eser yoktu göz mesafesinde. Halime hoca anlatmaya devam ediyordu, “üç tarafı sur ile çevrilmiş bir kentti burası” yön göstererek “bir yanı ise denizdi. On dört metre derinlik vardı sahilinde, bu avantajdı o gün için tekneler ile buradan yanaşamıyorlardı kente, kentlilerde deniz tarafına sur inşa etmemişlerdi”. Milattan beş bin yıl öncesinden söz ediyordu, gerilere doğru giderek. Bir tarlanın bahçe duvarı gibi duran taş dizinleri arasında gezerken. Evler, odalar, ocaklar, sokaklar Halime hocanın anlatımı ile önümüzde ayağa kalkıyor, O’nun anlatımı eşliğinde kayboluyor, yerini başka bir bina yada konut alıyordu. On bir yıldır çalışıyordu yanlış anlamadı isem bu kent üzerine, anlattıklarının hepsini bu satırlara taşımak isterdim ama o emeği verenlerin kendi sözcüklerinden dinlemek çok daha anlamlı olacağını düşünerek bundan sonrasını buluşmada Halime hocanın anlatımından dinlemeniz için bırakıyorum.
Bu yıl bölgemizde çalışan hocaların anlatacak çok şeyleri var.Her ziyaret ettiğimiz kazıda biz bunu gördük ve yaşadık. Bu satırlara küçük alıntılar yapmaya özen gösterdik, onların emeğini onların anlatımından dinlemenin çok daha heyecan verici olacağını değerlendirip, bu emeğin büyüsünü bozma hakkımız yok diye düşündük. Bu satırları kaleme alırken kazılardaki zoru başaranları ve orada yokluklar ile yazılan destanımsı başarıları sizlere aktarmak olabilirdi en fazla görevimiz.
Adada yapılan kazıda diğer alanlardan çok daha fazla mahrumiyet vardı. Ulaşım sınırlı adada malum isteyen istendiği saatte araç bulamıyor, bu da maliyetleri artıyor dolayısı ile (yalnız maddi değil manevi anlamda da) ama Halime hoca gerçek bir kahraman gibi, adeta yoklukları yok ile yenmeyi bilen biri. Adanın tüm kurumları ile ilişki kurmuş, ama sonunda her bir kurumun bütçesi ve imkanları da sınırlı bununda bilincinde. Belediye başkanın yardımlarından söz etti, Kaymakamın kazıya olan ilgisini, adada yer alan askeri birlikteki komutanların yardımlarını anlattı. Ama bunca kurum içinde sanmayın ki sonsuz imkanlar kazı alanında, istirahat ve çalışma mekanı bir okul sırası, üstelik üstünde bir tente dahi yok. Kazı evi adanın bir ucunda iskelede, şu anda kullanılmayan bir kamu kuruluşunun terk edilmiş lojmanı. Çalışma masaları, sandalyeleri, Ankara’da bazı bürokratların kullanım süresi dolmuş makam masaları, koltukları. Hurdalığa giderken ikili ilişkiler ile belge karşılığı alınmış hurda malzemeler. Ama hepsi kullanılıyor ve gençler ile Halime Hoca için Hilton oteli döşemesi kadar kıymetli bunlar. Çalışma disiplinini anlatmak için aklımıza gelen hiç bir övücü sözcüğü yeterli değil, gerçekten. Bu zor şartlarda, bilimsel konularda tek taviz yok. Her alanda çok büyük bir özveri hissediyorsunuz gezerken. Birçok büyük müzenin restorasyon ve konservasyon atölye yada laboratuarından çok daha iyi çalışıyor ekibin konservatörü. Tüm gençlere ve hocaya teşekkür etmekten öteye elimizden bir şey gelmiyor. Hele hocanın adada bir müze hayali gerçekleşmesi hiçte zor değil. Yeter ki kazı alanlarında çalışan bu insanların çabalarını bürokratlar bir an önce görüp hissederek bir adım atsınlar, yeter. Ada da böyle bir müzenin kültür hayatımıza çok şey kazandıracağı kesin, en az bunun kadar kesin olan diğer bir konuda ada turizmine katkısı. Bu seneki buluşmanın konusu kent ve yönetim, yönetmek emeklerin değerlendirilmesi ve organizasyonu değilmidir?
Bir iki saatte döneriz, dediğimiz adadan nerde ise gün batıyordu dönüşe geçtiğimizde. Her şey için teşekkür edip Yalı handa buluşmak dileği ile kazı ekibinden ve ada dan ayrıldık. Gelibolu yarım adasına yanaşırken bu topraklarda, evinin, barkının namusu ve bağımsızlık tutkusu için canlarını veren, bugün bu topraklarda dostluk türküleri söylenmesini sağlayan kahramanlar geldi aklımıza. Yokluk başarı için engel değildi bu topraklarda , minnet ve şükranla andık onları. Feribot kıyıya yaklaştıkça bir şey daha dikkatimizi çekti, yemyeşil bir alandı karşımızda Gelibolu. 1915’ in makilik ve kıraç olan arazisi, kendinden olmayan bir bitki örtüsüne bürünmüştü son yıllarda. İğne yapraklı çam ağaçları savaşın yıkımını sarmış sarmalamış, kapatmıştı. Bu yarım adada canlarını veren gençlerin acıları ve katlandıkları zorluklar, gün be gün yerini mesire alanına dönüşen mekanlara bırakıyordu. Burası, savaşın kara yüzünün tüm dünyaya şamar olduğu bölge. Savaşın yıkımında, barışın büyüsünün vurgulanacağı topraklar… Ne diyelim? Savaş, tarih kitaplarında ve söylemlerde yaşarsa birileri mutlu oluyor her halde. Binlerce can bedeli, özgürlük ve barış …
Yalı han da yapılacak arkeoloji buluşması yalnız kazı alanları ile sınırlı değil bu yıl. Yüzey araştırması olarak adlandırılan bir araştırma yöntemi ile çalışan hocalarımızın çalışmaları da yer alıyor. Yüzey araştırması, kazı yapılmadan toprak üstünde duran, çoğumuzun bakıp ta görmediği verilerin tespiti. Bir temel izi, tarla kenarına itilmiş bir mermer parçası, bazen önünden geçip, içinde yaşadığımız ama hiçbir bilim adamı tarafından değerlendirilmemiş bir yapı. İlginç bilgiler olacak bu konuda da. Buluşmada bir onur konuğumuz da var, bölgemiz dışından. Ayrıca Arkeoloji dünyasının çalışmalarını yayınlayan, arkeoloji ve sanat dünyası ile ilgilileri buluşturan bir konuğumuz daha var. Bu buluşmanın zenginliği sizlerin katılımı ile anlam bulacak unutmayın! bu kadar yoğun ve yorucu emek arasında kıymetli zamanlarını bizlere ayıran ve bilgi paylaşıldıkça büyür ilkesi ile geniş kitleler ile bilgilerini paylaşan hocalarımız.. Bundan sonrası sizin elinizde, her şeyin paraya tahvil edildiği bu devirde bedava bilgiye buyur ediyoruz sizleri… şimdilik hoşça kalın.

Cevat İNCE
Sanat Tarihçi

Hiç yorum yok: